Bir hikâyeyi sizinle paylaşmak istiyorum… Çünkü bazı yerler vardır, sadece taşla, tuğlayla değil; anılarla, suskunluklarla, kalp atışlarıyla inşa edilir. İşte “taşlık” da böyle bir yerdir. Eski evlerin o küçük, ama ruhu büyük köşesi…
Taşlık: Evlerin Kalbi, İnsanların Sessizliği
Anadolu’nun bir kasabasında, bahçesi asmalarla sarılı eski bir ev vardı. Evin kapısından içeri girince sizi karşılayan ilk yer taşlıktı. Ne mutfaktı, ne salon. Ama her şeyin başladığı, bittiği, konuşulduğu, susulduğu yerdi. Yağmurdan sonra toprak kokusunun karıştığı o serin taş zeminde, sabah kahveleri içilir, akşam sessizliği dinlenirdi.
Bir yaz sabahıydı… Taşlığın köşesinde Hasan oturmuş, eski bir lambayı tamir ediyordu. Yanında eşi Zeynep, elinde çay tepsisiyle ona bakıyordu. Hasan her zamanki gibi sessizdi; elinde pense, aklında çözüm. Zeynep ise sessizliğin ardındaki düşünceleri anlamaya çalışıyordu.
Bir Erkek, Bir Kadın ve Bir Taşlığın Hikâyesi
Hasan, evin eskimiş duvarlarına baktı, “Bu duvarı yıkmak lazım,” dedi. “Nem yapmış, temelden su alıyor.” Zeynep derin bir nefes aldı, gülümsedi: “Sen hep yıkmaktan bahsediyorsun Hasan, ben o duvarların arasında büyüyen sesleri duymaktan.”
Hasan somut düşünürdü. Bir sorun varsa, çözülmeliydi. Taş, çimento, tamir… Zeynep içinse taşlık, evin kalbiydi. Orada çocuklarının kahkahaları yankılanmış, orada sessiz dualar edilmişti. Bir köşesinde kırık bir sandalye, diğer köşede yıllanmış bir seccade… Her biri bir hatıraydı.
Eski Evlerde Taşlık Nedir?
Eskiden evlerin girişinde yer alan, dışarıyla içeri arasında bir geçiş alanıydı taşlık. Genellikle taş döşeli, serin, sade bir bölüm. Ayakkabılar orada çıkarılır, misafir önce orada karşılanırdı. Hem dışarının tozunu içinde bırakır, hem de evin huzuruna bir kapı aralardı.
Ama taşlık sadece mimarinin bir unsuru değildi; evin ruhunu dış dünyadan koruyan bir kalkan gibiydi. Orası, hayatın dışarıdaki gürültüsünden içeriye sızmadan önce dinlendiği yerdi. Bugün nasıl bir kahve köşesi, bir balkon, bir verandaysa; o zaman taşlık, insanların nefes aldığı, hayatı düşündüğü yerdi.
Taşlığın Sessiz Dili
Hasan bir gün taşlığı yenilemek istedi. “Yeni fayans döşeyelim,” dedi. Zeynep başını iki yana salladı. “O taşlarda bizim izimiz var. Hatırlıyor musun, o köşeye ilk beşiği koymuştuk?” Hasan sustu. Elindeki penseyi yere bıraktı. Bir anda taşların arasına sıkışmış bir kahkaha yankılandı zihninde — yıllar öncesine ait, minik bir ses…
O an anladı: Bazı şeyler tamir edilmez, sadece korunur. Taşlık da öyleydi. Ne kadar sade görünse de, içinde bir ömür saklıydı. İnsan, anılarını yenileyemezdi; sadece onlara yeniden dokunabilirdi.
Taşlık: Kadının Kalbi, Erkeğin Düşüncesi
Erkek için taşlık, bir alan; kadın için bir anlamdı. Hasan için taşlık, evi ayakta tutan zemindi. Zeynep içinse, o zeminde ayakta duran hayat. Erkek taşla düşünür, kadın o taşın sıcaklığıyla hissederdi. Bu fark, eski evlerin dengesiydi aslında. Biri yapar, diğeri yaşatırdı.
Bir Ev Değil, Bir Hatıra
Yıllar sonra o ev satıldı. Yeni sahipleri geldiğinde taşlıkta hâlâ eski izler vardı. Taşların arasına düşmüş küçük bir boncuk, Zeynep’in ördüğü bir seccadeden kalma. Hasan’ın el izi, duvarın tamirinden kalmış bir gölge gibi duruyordu.
Yeni insanlar geçti o taşlardan, yeni sesler yankılandı. Ama ev, o anılardan hiç kopmadı. Çünkü taşlık, sadece taş değil; insana “nereden geldiğini” hatırlatan bir sessizlikti.
Son Söz
Eski evlerde taşlık, geçmişle bugün arasında bir köprüdür. Bir eşiği geçmeden önce durup nefes almanın, içeriye huzurla adım atmanın yeridir. Taşlık, bir evin hikâyesi değil; içindeki insanların sessiz dualarının yankısıdır.
Eğer bir gün eski bir evin taşlığında oturursanız, ayağınızın altındaki taşlara dikkat edin. Belki sizden önce biri orada bir dilek tutmuştur…